Neredeyse 1 yıl önce tinder datelerimle ilgili bir yazı dizisi yazmaya karar vermişim ve ilk date i yazıp kapatmışım. Tam benlik bir hareket, asla başladığım işi bitirmem. Ondan sonrasını kısaca özet geçebilirim. Bir kaç date oldu, sonra bir uzun ilişki ve takip eden bir kaç işe yaramaz date daha.. Çok şey öğrendim ve yaşadım, belki ilerde geri dönüp bir kaçından bahsedebilirim. Sonradan şunu fark ettim bu son 3 yılda benim hayatıma giren çok güzel kadınlar da oldu - hayır bi değilim, arkadaşlık manasında diyorum.
Hele bir tanesi var ki, bana kimse onun inandığı kadar inanmamıştır. Her fırsatta bana yaz dedi, bloggerlık yıllarım 8 yıl öncesinde kalmış olsa da tekrardan başlamam konusunda beni hep zorladı. Ben çok yazamadım ama sonradan düşündüm ki eğer oturup bir şeyler yazacaksam ilk onun hakkında olmalı.
Bu harika kadın Türkiye'nin en iyi üniversitesinde okumuş, en iyi şirketlerinden birinde harika bir işe sahip ama bunlar ona yetmiyor ve ben bu yüzden ona hayranım. O hayallerinin peşinde koşmak için gece gündüz çabalıyor. Oyuncu olacağım dedi ve dediğini yaptı. Ben bu kadar tuttuğunu koparan istediği şeyler için durmaksızın peşinde koşan ve sonunda elde eden bir insan görmedim. Saatlerini setlerde sadece 2 cümle söylemek için geçirmekte hiç beis görmedi, tüm gün provalarda yorulup geceleri rapor hazırlamaktan da. İstediğini elde edemeyen ve hayallerini gerçekleştirmekten korkan beyaz yakalılara seminer vermesi gereken bir insan.
En kötü günümde kesinlikle yanımda olacağının garantisini hep verdi. En saçma şeylerden en büyük üzüntülerime kadar hep oradaydı. Aynı şeyleri milyonlarca kez söylese de asla tekrarlamaktan ve beni avutmaktan hiç yorulmadı. Belki de yoruldu da bana çaktırmadı ki ben bunu da takdir ederim.
Yeri geldi suç ortağım oldu aynı zamanda kendisi, başkası ile hayatta yapamayacağım şeylere onla beraber sürüklendim ve çok da eğlendim. Tanıdığım en dürüst, en dobra, en kim ne düşünürse düşünsün ben yine diyeceğimi derim insanı. Bazen ters düşsek de, biz hep anlaştık, hep birbirimizi sevdik.
Sayesinde çok güzel insanlar tanıdım, çünkü kendisi özel biri olduğu için hayatında da hep kendi gibi güzel insanlar var. Hatta ileride yaşayacağım ve hiç bir kimseyi tanımadığım o ülkede bile onun sayesinde arkadaş edindim.
Bazı insanlar vardır bilirsiniz ki hayatınıza o girmeseydi, hayatınız şuan ki halini almazdı. Bazı insanlar vardır hayatınıza mutluluk ve huzur getirir. Ben o insana sahip olduğum için çok mutluyum.
Seni seviyorum Ez.
İrem
MitaLife
8 Şubat 2018 Perşembe
3 Mart 2017 Cuma
Moris // Tinder Part 1
Bu bir tinder dateler serisinin başlangıcı olabilir, part 1 demem zaten diğerlerinin geleceğinin habercisi oldu. Fakat buradan bir takım yanlış anlamlar çıkarılmasın. Tinderda ekmeğini taştan çıkaran bir eskort değilim. Gayet sıkıcı 28 yaşında bir beyaz yakalıyım.
2015 yılının, nisan ayında tinderın ne olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Her kızın yanında isteyeceği, inanılmaz tatlı bir gay arkadaşım vardı. Beraber çalışıyor ve beraber ofisteki insanların üzerine delicesine raid sıkarak öldürmek istiyorduk. Fırsat buldukça bana tinder açmamı nasihat ediyordu, ben de bir kezban olarak bu fikre çok yanaşmıyordum. 2-3 aydır singledım ve hayatımda yazıştığım bir insan yada kesiştiğim bir delikanlı yoktu.
En son ayrıldığım sevgilim kafama sandalye fırlatan bir manyak çıktıktan sonra yine anlamıştım Türk erkeleri bana bense Türk erkeklerine özel değildim. Birbirmiz için yaratılmamıştık. Yurtdışında yaşadığım dönemde ilk defa düzgün bir ilişkim olmuştu ve tabi ki de bir türk değildi. Bu tecrübenin bana kattığı şuydu ki ben hayatta türk erkeğiyle yapamazdım. Bunu unutup tekrar şans vermenin ne kadar faydasız olduğunu, sandalye beni teğet geçip televizyon ünitesini yarınca farketmiştim. Olsundu, yeni bir Mita doğacaktı bu korkuç olaydan sonra.
İstanbul'a taşınalı bir yılı geçmişti, o zamanlar Beyoğlu hala Beyoğlu, Kafası kan revan içinde gezen saç ekiciler, arap turistler pek yoktu. Etraf sarı sarı, uzun uzun abilerle doluydu. Çeşit çeşit turistler, neşe ile kaliteli bar ve kafelerde kahkaha atan expatlar vardı, hey gidi eski İstanbul..Ancak bu tatlış expatlarla, bu turist cocuklarla ben nasıl tanışacaktım ? Bunu işte bilemiyordum. Sıkıcı br beyaz yakalıyla date'e çıkmak istemiyodrum. Bana projelerini, hiç bir şey bilmeyen müdürünü, en son iş gezisini anlatmasın. Bu zaten benim yaşadıklarımdı, karşımdaki azıcık farklı olsun, hayatıma bir anlam, bir kültür katsın istiyordum. Bir gün amaçsızca evde ütü yaparken peki neden tinder açmıyorum dedim kendime ve bana benzemeyen eski fotolarımdan birini koydum ki eş dost beni ifşa etmesin. Bir yandan da arkadaşımdan ne yapmam gerektiğine dair direktifler alıyordum. "Canım sağa atınca beğeniyorsun, o da seni sağa atarsa match oluyorsnuz, sola atarsan da bir bok olmuyor" dedi. Ben hışımla tüm tipsizleri sola atarken bazılarını yanlışlıkla "anam gitti gül gibi cocuk" nidalarıyla yanlışlıkla sola attım. Tek bir hedefim vardı o da ismi yabancı olanlara odaklanmak. 5 dakika içinde onu bulmuştum. Çılgın sarı saçları ve elinde gitarı ile buyukce bir sahnede müzik icra ediyordu. Gözünde güneş gözlükleri vardı ve açıkcası gözleri birbirine çok yakın, koca burunlu bir cocuk çıkacak diye çok endişelenmiştim. Yine de o mükemmel saçlarına hayır diyemedm ve sağa yapıştırdım kalbi.
O gün gece 3 e kadar konuştuk. Başka kimseyi sağa atmadığım için o benim tek matchimdi, canımın içiydi. Lakin bu bir acemi şansıymış tinderın bu kadar kolay bir platform olmadığını daha sonra öğrenecektim. Belçika'dan annesi ve erkek kardeşi ile İstanbul'a ziyarete geldiğini ve 1 hafta kalacağını söyledi. Birbirimizi bulduğumuz gün çarşambaydı ve pazartesi çikolata kaplı ülkesine geri dönecekti. Ertesi gün için asya kıtasına geçeceiğini ve birer bira içimek isteyip istemediğimi sordu ben de deli cesareti ile bu teklife evet dedim. Sonra bana, "Beni aslında hiç görmedin tinderdaki resimde gözümde gözlük var şuanki halimi atayım yarın tanıman için yardımcı olur" dedi. Gelen resimden çok hoşnut kaldığım söylenemez, biraz tipsizmiş. Lakin muhabeti o kadar güzel ve eğlenceliydi ki çok da önemsemedim.
Ertesi gün iş yerinde 50 kez tuvalete gidip saçıma başıma baktım ve yeni avım Moris'in internet bulup bana mesaj atmasını bekledim. Beklediğim mesaj çok geç olmadan geldi. Buluşacağımız saatte, elim ayağıma dolana dolana Karaköy vapurunun yanaşmasını bekledim. Bir anda bir insan seli indi ama hangisi olabilirdi bilemiyordum, uzun muydu kısa mıydı hiç bir fikrim yoktu. Sadece muhteşem saçlara odaklanmış orada öylece dikiliyordum. Bir anda aklımdan saçma sapan senoryolar geçmeye başladı. İlk tinder dateim olduğundan kandırıldığımı düşünmeye başladım. Belki de özel bir belçika kanalı "türk kızlarını kandırmak çok kolay" adında bir program üretmişti ve bizi şakalıyordu. Etrafımda bir kamera var mı diye kolaçan ettim, çok şükür yoktu. Vapurdan bir çok turist arzı endam ederken bu çocuk asla vapurdan inmiyordu. Derken inanılmaz yakışıklı, boylu poslu, üzerine mükemmel oturmuş"ben seni üzerim kızım" ceketi ile bir yolcu indi. Saçları resimdekinden daha havalı ve çok daha tipliydi.. Bu çocuk Moris olamaz diye o kadar inandım ki gülümseyerek bana doğru gelişini inanılmaz garipsedim ve "Hello" dedi. O çatallı sesi, tek kaşını kaldırırak bana pis pis bakması, iki avcunu siper yapıp o rüzgarlı havada çat diye sigarasını yakması ve içinde cıbıdıp cıbıdıp yüzme isteği uyandıran engin mavi gözleri beni o kadar dumura uğrattı ki, konuşamadım. Boğuk bir sesle "hi" dedim ve gülümsedim. Şuursuzca çocuğu moda sahile doğru sürüklerken, o bana 3 günlük istanbul maceralarını anlatıyordu, benimse ağzımı bıçak açmıyordu. Ölüyordum anlasana..
Rasgele seçtiğim bir bara oturduk. İnanılmaz güzel bir date geçiriyordum. Daha önceden date ortamlarına çok girmiş biri olmadığımdan, bu hayatımın o güne kadarki en güzel dateiydi. Hemen orada erkekler için tek taş yüzük inovasyonuna girip ona evlenme teklifi etmek isterken bir anda bana "you should marry me" dedi. İstanbul'da bir düğün, Belçika'da da ayrı bir düğün yaparız dedi ve güldü. Bu saçma geyiği ben de sürdürdüm. Derken bulaşıkları hangi gün kimin yıkayacağını planlıyorduk. Evet evleniyordum bu ne iş yaptığını bile anlamadığım harika çocukla hasıhaıhs.
Saat 11'de kalkarız diye konuşmuştuk çünkü en son vapur o zamandı, şehir hatlarından bakmıştım. Meğer salak ben git başka bir güne bak. Bir gittik ki iskeleye bir sonraki vapur sabah 6 yazıyor. Çocuk bir kaldı tabi ama ecnebiliğin verdiği coollukla hemencik şakaya vurdu. Bunu bilerek yaptın değil mi diyerek. Sabaha kadar benle burada vapuru beklemen lazım o zaman dedi gülümseyerek ben de saf bir şekilde he beklerim nolcak ki dedim. Sonra bana sarıldı ve öptü. Küçücük ve samimi bir öpücüktü. Sanki istanbuldaki tüm taksiler tükenmişcesine ne yapacağımızı düşündük. Sonra istersen bir sonraki vapuru sende bekleyebilirim senin için sorun olmayacaksa dedi ve ben sanki çocuğu 15 yıllık arkadaşımmış gibi rahatça buyur ettim evime. Sanki hiç o gün tanışmamışız gibiydik. Bazen saçma el şakaları yapıp, bazen de en karanlık sırlarımızı anlatıyorduk birbirmize. Metrodaki herkes bize bakıyordu sanki, kıza bak helal nasıl da güzel çocuk bulmuş der gibilerdi ve ben de çok gururluydum ellerini tutarken. Ben napıyorum allahım kafayı mı yedim ? Anası sabah kalkıp bu cocugu odasında bulamayınca ne yapacak ? Ben tutmuşum elinden, hiç bilmediği bir şehrin öteki ucuna götürüyorum. Hadi ben sana avrupalısın diye güvendim, böbreklerimi emanet ettim. Sen bana neden güvendin a be salak çocuk. Belki seni ışıde katmaya gidiyorum belki saçlarını kesip saç uçlarıma ombre yapacağım ?
Derken eve geldik, evin çok da harika olmayan ama istanbula ilk kez taşınmış bir insan için tablo etkisi yaratan bir manzarası vardı. Saat 3e kadar oturup manzaraya baktık, sohbet ettik. Ben hemen hasta olduğum yalanını sıktım. Kendimi uzaktan bakınca tanıyamıyordum, tinderdan hiç tanımadığım bir adamı evime almış sonra da kezbanlığıma yağ sürmemek için hastayım demiştim. Moris bunu hiç umursamadı zaten, sarıldı bana ve beraber uyuduk.
Sabah işe gitmek için uyandığımda çıkarmayı unuttuğum makyajım resmen yüzümde kalıp gibi duruyordu. Sanki suratıma cinler işemişti. Saçlarım leş gibi sigara kokuyordu. Sonra yanımdaki sanat eserine baktım. Bir insan bu kadar güzel uyuyabilir miydi ? Saçları gram bozulmamıştı. Ben bonzai krizinden yeni çıkmış bir semt çocuğu gibi yatakta hayatı sorgularken onun saçları ahenkle duruyordu durduğu yerde. Hemen kalkıp makyajımın akan yerlerini silip üstüden geçtim. Bir kutu kuru şampuanı kafama iyice boca ettikten sonra sinsice yanına gidip uykusunda fotograflarını cektim. Beni tinder illetine bulaştıran gay arkadaşıma yolladım. O sabah ofise girince verdiği tepkiyi tahmin edebilirsiniz. Hayal gücünüze bırakıyorum.
Neyse ki çocuk beni sapık gibi fotoğraflarını çekerken yakalamadan, cocuğu dürterek uyandırdım. Sanki yıllardır her sabah beraber uyanıyormuşcasına kalktı, kendine bir kahve yaptı. 12 saat önce tanışmamışız gibi havadan sudan konuşmaya başladık. Evden beraber çıktık ve metro istasyonuna doğru yürümeye başladık. Yılın ilk sıcak sabahıydı, resmen bahar geldi diye bağrıyordu. Bir güneş paneli gibi tüm ışınları sindirerek enerjiye donusturuyodum adeta benden mutlusu yoktu. İyice nasıl gitmesini tembihledim. Bu arada annesi avrupa annesi de olsa azcık telaşlanmış bu hiç gelmeyince. O yüzden kaybolmadan yolunu bulabilmesi en büyük temennimdi. Ben ise tüm gün hayal alemindeydim. İki düğünün hangi konseptlerde olacağını, sarışın mavi gözlü cocuklarımızın konuşacağı 5 farklı dili düşünüyordum.
O gün buluşamayacaktık çünkü tüm günleri planlanmıştı ancak cumartesi günü kesinlikle bir şeyler yapalım dedi. Cuma akşamı yazdığı mesajda sabah saat 8 de sirkecideki otellerinin önünde olmamı söylüyordu. Annesi ve kardeşi ile beraber biraz Beyoğlu'nu gezecektik. Bu saçma teklifi bugün bile hala neden kabul ettiğimi düşünürüm. Hiç işim yokmuş demek ki cumartesi günü sabahun 6sında kalkıp giyinip süslenip soluğu Sirkecide aldım. Ancak 40 dakika önce geldiğim için ne yapacağımı bilemedim ve Sultanahmet'e doğru yürümeye başladım. İlerde bir starbucks olduğuna emindim, hedefime doğru yöneldim. Bir cumartesi sabahı kazıkcı sultanahmet esnafı dükkanlarını yeni yeni açarken ve sabahın o köründe ne yaptığını bilmediğim japon turistler ayak altında dolanırken ben starbucksa ulaştım. Kendime buyuk boyundan bir americano aldım.
Ellerim yanarak, kahveyi döke saça taşıyararak otelin önüne geldim.Önce kapıdan annesi çıktı, tam hayallerimdeki anneydi. Topluca bir kadındı, bağrı açık siyah bir tshirt giymişti ve yüzü, boynu ve göğsü çilçildi. Kısacık simsiyah saçları, kocaman küpeleri ve kocaman yüzükleri vardı. Gözleri masmavi bana bakıyordu ne işin var burada dercesine. Kardeşi Marty ise evin afacan çocuğu belli, Moris den 3-4 yaş küçük onun kadar yakışıklı olmayan ama çok daha güzel espri anlayışına sahip tatlış bir çocuktu. Moris insanı dehşete düşüren yakışıklılığı ve senin canını yakarım ceketi ile en son beliren isim oldu. Ben ise kendimin çok cool olduğunu düşünüyordum. Yırtık kotum, kahverengi trechkotum ve elimde ruj lekesinden kapağı kıpkırmızı olmuş kenarları pis kahve lekeleri ile dolu kocaman bir americano tutuyordum. Moris bir anda kulağıma "anneme geleceğini 5 dk önce söyledim o yüzden biraz tepkili olabilir bugünü beraber geçirmek istiyordu"dedi. Ulan bunu bana neden söylemedin ? Sanırsın çocuğa "Allahın adını andım size İstanbul'u ben göstericem" dedim. Meğersem, kardeşi de bu da ayrı şehirlerde yaşıyormuş. Boşanmış bir çiftin cocukları ve cok da görüşmüyorlarmış. Anne bu tatile oğluşlarımla geçircem diye sevinirken elleri leş gibi kahve kokan esmer yağız bir kızla kendini bir takside sıkışırken buldu birden. Kendi aralarında dahi ingilizce konuşuyorlardı. Halbuki 2 adet daha baska dil konuşabilecekken bana ayıp olmasın diye ingilizceyi seçmişlerdi ama zaten onlar için zor bir seçim değildi bu, maşallah sular seller gibi konuşuyorlardı.
Taksim meydanında indik. Tam "ah ben bu analardan ne çektim ya Belçikalı da olsa sevilmiyorum, analar beni oğluşlarına yakıştırmıyorlar işte" diye düşünürken kadın birden yanıma sokuldu, "Burası gezi parkı değil mi ? o meşhur park ? " dedi. Bir anda 2013 haziran ayına gitmiş, ete kemiğe bürünmüş bir halk tv oldum. Nereden ortaya çıktığını, birliği beraberliği anlattım. En son gaza gelmiş bir şekilde youtubedan gezi videolarını gosteriyordum ki kadın ay ben h&m e giricem dedi. Yaşadığı şehirde yokmuş napsın kadıncağız.
Moris'le dışarıda bekliyorduk. Bir anda sarılıp annem sana 5 dakikada ısındı biliyordum çok yi anlaşcağınızı dedi. İstiklalin o bunaltıcı eski kalabalığına dalıp hayatı sorguladım. Allahım ben ne yapıyordum ? 48 saat bile olmamıştı bu adamla tanışalı ve yüzüne baktıkça eriyordum, annesi beni sevdi, iyi anlaştık diye mutluluktan havalara uçuyordum. Belçika'ya bir gurbetçi olarak gitmeye hazırdım. Sorgulamamdan bir sonuç alamayınca tekrardan Moris'in gül cemaline baktım ve her şey nedense mantıklı geldi. Hep beraber cihangire yürüdük. Dar sokaklara girip çıkarken, bazen ben ve kardeşi beraber bir muhabete dalıyor, bazen de annesiyle türk yemekleri uzerine konuşuyorduk. Bir sonraki rotamız ise Karaköy oldu. O zamanlar karaköy yeni yeni karaköy kimliğine bürünmeye başlamıştı ve hiç bir mekan bilmiyordum. 1 hafta sonra kapanacağı çok belli olan garip bir kafeye oturup kahvaltı yaptık. İnanımaz eğleniyorduk.
Ortaköy'de guzel havanın tadını cıkara cıkara bomontilerimizi yudumladık. Sonrasında bebek parkında biraz dinlendik. Annesi bana ne kadar zor bir çocukluk yaşadığını, ne kadar despot bir babası olduğunu anlattı. Dinlediğim hikaye sanki anadolunun bağrından kopmuştu. Belçika'da yaşayan bir türk müydü acaba lan kadının babası, ya bak şimdi aklıma geldi. Neyse laf lafı açtı ve saatlerce konuştuk. Moris'in küçükken yaptığı yaramazlıkları, nasıl müziğe başladığı, nasıl kendi işini kurduğu. Tomorrowland'de aldığı sahneyi ve müzikteki ilham kaynaklarını konusuyordu hep beraber.
Hadi rakı balık yapalım dedik. Öncesinde ise deli gibi kokteyl içtik. Sonra rakıya geçiş yaptık. Moris rakıya agzını sürmedi, çıldırmış gibi çay içiyordu. O kadar güzel tutuyordu ki ince belliyi sarhoşluğun da etkisiyle hemen telefonumu elime alıp resmini cektim ve instada paylaştım. . Annecim sağolsun tüm hesapları ödedi o gün, ne zaman yeltensem "Sen zamanından ayırıp tüm gün bize rehberlik ettin hayatta olmaz" dedi. Rakılar bitince kalktık, otele dogru yurumeye başladık. Birden bizim cocuk demez mi "hadi anne gorusuruz biz kactık". Dedim noldu nereye gidiyoruz taksime mi ? O da hayır senle kalıcam bugun annem de biliyor zaten hadi gidelim dedi. Kayınvalidesine ev oturmasına gitmiş yeni gelin gibi vedalaştım kadınla. "Yarın muhakkak gel dolmabahceye gidicez, bir oglen yemegi de yeriz" dedi kadın. Bu arada kadının adını hala daha bilmem. O an söylediğinde anlamadım ve bir daha da soramadım. O yüzden onun adı da Lisa olsun .
Uzun uzun yolları aşıp benim küçük şirin evime geldik. Aa benim hastalığım geçmiş dedim ve iki gun sonra göremeyceğimin kesin olduğu bu adamla beraber oldum. Tum gun hayranlıkla izlediğim biri oldugu icin daha farklı olur diye dusundum ama hic de bir özelliği yoktu. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu neden oldugunu bilmediğim bir nedenden tartısmaya basladık, sonra ben ağlamaya başladım. Ben susunca bu sefer bu ağlamaya başladı. Resmen 12 yıllık ilişkiyi 2 günde hunharca tüketiyorduk. Sabaha kadar ağladık, güldük, o gidince ne yapacağmızı düşündük. Sabaha karşı bana dönüp bir ilişkiye başlamanın saçma olacağını ve bunu istemediğin söyledi ben de tamam dedim ama üzüldüm. Onun kararı mantıklı olandı, ona üzülmedim ama gidiyor oluşuna üzüldüm. O gün son günü olmasına üzüldüm. Metroda gurula elinden tutup, yerine akbil bastığım bu adamın sadece 3 gunluk bir heves olmasına üzüldüm
Lisa annem ve Marty kardeşimle otelde buluştuk. Güzel bir kahvaltı edip dolmabahceye gittik. Moris sürekli munzurluk peşindeydi, durup durup annesine evlenceğimizi söylüyordu. Kadın ilk başta gülerken, sonraları Moris sus çocuğum bakışları atmaya başladı. Daha sonra inanılmaz kazıklar yedikleri alışverşlerini tamamladılar. Derken Moris ile marmaraya dogru yurumeye basladık. Dısarısı suğumaya başlamıştı. Çok soguk burada vedalasmayalım dedik ve yine bastım bir akbil daha sarışınıma.. Marmarayı beklemeye koyulduk. Tam 5 tren kacırdım o gün, binemedim. Çünkü Moris sürekli ağlıyordu, onu öyle bırakamadım. Neden ağladığını da anlamadım ama çok da üzerime alınmadım. Eğer benim içindi ise hayatımda benim için göz yaşı döken ilk ve tek adam olarak da kayıtlara geçmesini isterim...
Sonrası facetimelar, whatsapp konusmaları ve kapanış.
Bir daha onu görmedim. Evlenmedik :)
the end
Yazı sonrası stalk: Kendisini facebookda buldum, zamanında silmişim. Grubu cok meshur olmus spotify da binlerce dinleyeni var. Şuan açtım şarkısını dinliyorum. Çok güzel söylemiş.
Yolu açık olsun.
2015 yılının, nisan ayında tinderın ne olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Her kızın yanında isteyeceği, inanılmaz tatlı bir gay arkadaşım vardı. Beraber çalışıyor ve beraber ofisteki insanların üzerine delicesine raid sıkarak öldürmek istiyorduk. Fırsat buldukça bana tinder açmamı nasihat ediyordu, ben de bir kezban olarak bu fikre çok yanaşmıyordum. 2-3 aydır singledım ve hayatımda yazıştığım bir insan yada kesiştiğim bir delikanlı yoktu.
En son ayrıldığım sevgilim kafama sandalye fırlatan bir manyak çıktıktan sonra yine anlamıştım Türk erkeleri bana bense Türk erkeklerine özel değildim. Birbirmiz için yaratılmamıştık. Yurtdışında yaşadığım dönemde ilk defa düzgün bir ilişkim olmuştu ve tabi ki de bir türk değildi. Bu tecrübenin bana kattığı şuydu ki ben hayatta türk erkeğiyle yapamazdım. Bunu unutup tekrar şans vermenin ne kadar faydasız olduğunu, sandalye beni teğet geçip televizyon ünitesini yarınca farketmiştim. Olsundu, yeni bir Mita doğacaktı bu korkuç olaydan sonra.
İstanbul'a taşınalı bir yılı geçmişti, o zamanlar Beyoğlu hala Beyoğlu, Kafası kan revan içinde gezen saç ekiciler, arap turistler pek yoktu. Etraf sarı sarı, uzun uzun abilerle doluydu. Çeşit çeşit turistler, neşe ile kaliteli bar ve kafelerde kahkaha atan expatlar vardı, hey gidi eski İstanbul..Ancak bu tatlış expatlarla, bu turist cocuklarla ben nasıl tanışacaktım ? Bunu işte bilemiyordum. Sıkıcı br beyaz yakalıyla date'e çıkmak istemiyodrum. Bana projelerini, hiç bir şey bilmeyen müdürünü, en son iş gezisini anlatmasın. Bu zaten benim yaşadıklarımdı, karşımdaki azıcık farklı olsun, hayatıma bir anlam, bir kültür katsın istiyordum. Bir gün amaçsızca evde ütü yaparken peki neden tinder açmıyorum dedim kendime ve bana benzemeyen eski fotolarımdan birini koydum ki eş dost beni ifşa etmesin. Bir yandan da arkadaşımdan ne yapmam gerektiğine dair direktifler alıyordum. "Canım sağa atınca beğeniyorsun, o da seni sağa atarsa match oluyorsnuz, sola atarsan da bir bok olmuyor" dedi. Ben hışımla tüm tipsizleri sola atarken bazılarını yanlışlıkla "anam gitti gül gibi cocuk" nidalarıyla yanlışlıkla sola attım. Tek bir hedefim vardı o da ismi yabancı olanlara odaklanmak. 5 dakika içinde onu bulmuştum. Çılgın sarı saçları ve elinde gitarı ile buyukce bir sahnede müzik icra ediyordu. Gözünde güneş gözlükleri vardı ve açıkcası gözleri birbirine çok yakın, koca burunlu bir cocuk çıkacak diye çok endişelenmiştim. Yine de o mükemmel saçlarına hayır diyemedm ve sağa yapıştırdım kalbi.
O gün gece 3 e kadar konuştuk. Başka kimseyi sağa atmadığım için o benim tek matchimdi, canımın içiydi. Lakin bu bir acemi şansıymış tinderın bu kadar kolay bir platform olmadığını daha sonra öğrenecektim. Belçika'dan annesi ve erkek kardeşi ile İstanbul'a ziyarete geldiğini ve 1 hafta kalacağını söyledi. Birbirimizi bulduğumuz gün çarşambaydı ve pazartesi çikolata kaplı ülkesine geri dönecekti. Ertesi gün için asya kıtasına geçeceiğini ve birer bira içimek isteyip istemediğimi sordu ben de deli cesareti ile bu teklife evet dedim. Sonra bana, "Beni aslında hiç görmedin tinderdaki resimde gözümde gözlük var şuanki halimi atayım yarın tanıman için yardımcı olur" dedi. Gelen resimden çok hoşnut kaldığım söylenemez, biraz tipsizmiş. Lakin muhabeti o kadar güzel ve eğlenceliydi ki çok da önemsemedim.
Ertesi gün iş yerinde 50 kez tuvalete gidip saçıma başıma baktım ve yeni avım Moris'in internet bulup bana mesaj atmasını bekledim. Beklediğim mesaj çok geç olmadan geldi. Buluşacağımız saatte, elim ayağıma dolana dolana Karaköy vapurunun yanaşmasını bekledim. Bir anda bir insan seli indi ama hangisi olabilirdi bilemiyordum, uzun muydu kısa mıydı hiç bir fikrim yoktu. Sadece muhteşem saçlara odaklanmış orada öylece dikiliyordum. Bir anda aklımdan saçma sapan senoryolar geçmeye başladı. İlk tinder dateim olduğundan kandırıldığımı düşünmeye başladım. Belki de özel bir belçika kanalı "türk kızlarını kandırmak çok kolay" adında bir program üretmişti ve bizi şakalıyordu. Etrafımda bir kamera var mı diye kolaçan ettim, çok şükür yoktu. Vapurdan bir çok turist arzı endam ederken bu çocuk asla vapurdan inmiyordu. Derken inanılmaz yakışıklı, boylu poslu, üzerine mükemmel oturmuş"ben seni üzerim kızım" ceketi ile bir yolcu indi. Saçları resimdekinden daha havalı ve çok daha tipliydi.. Bu çocuk Moris olamaz diye o kadar inandım ki gülümseyerek bana doğru gelişini inanılmaz garipsedim ve "Hello" dedi. O çatallı sesi, tek kaşını kaldırırak bana pis pis bakması, iki avcunu siper yapıp o rüzgarlı havada çat diye sigarasını yakması ve içinde cıbıdıp cıbıdıp yüzme isteği uyandıran engin mavi gözleri beni o kadar dumura uğrattı ki, konuşamadım. Boğuk bir sesle "hi" dedim ve gülümsedim. Şuursuzca çocuğu moda sahile doğru sürüklerken, o bana 3 günlük istanbul maceralarını anlatıyordu, benimse ağzımı bıçak açmıyordu. Ölüyordum anlasana..
Rasgele seçtiğim bir bara oturduk. İnanılmaz güzel bir date geçiriyordum. Daha önceden date ortamlarına çok girmiş biri olmadığımdan, bu hayatımın o güne kadarki en güzel dateiydi. Hemen orada erkekler için tek taş yüzük inovasyonuna girip ona evlenme teklifi etmek isterken bir anda bana "you should marry me" dedi. İstanbul'da bir düğün, Belçika'da da ayrı bir düğün yaparız dedi ve güldü. Bu saçma geyiği ben de sürdürdüm. Derken bulaşıkları hangi gün kimin yıkayacağını planlıyorduk. Evet evleniyordum bu ne iş yaptığını bile anlamadığım harika çocukla hasıhaıhs.
Saat 11'de kalkarız diye konuşmuştuk çünkü en son vapur o zamandı, şehir hatlarından bakmıştım. Meğer salak ben git başka bir güne bak. Bir gittik ki iskeleye bir sonraki vapur sabah 6 yazıyor. Çocuk bir kaldı tabi ama ecnebiliğin verdiği coollukla hemencik şakaya vurdu. Bunu bilerek yaptın değil mi diyerek. Sabaha kadar benle burada vapuru beklemen lazım o zaman dedi gülümseyerek ben de saf bir şekilde he beklerim nolcak ki dedim. Sonra bana sarıldı ve öptü. Küçücük ve samimi bir öpücüktü. Sanki istanbuldaki tüm taksiler tükenmişcesine ne yapacağımızı düşündük. Sonra istersen bir sonraki vapuru sende bekleyebilirim senin için sorun olmayacaksa dedi ve ben sanki çocuğu 15 yıllık arkadaşımmış gibi rahatça buyur ettim evime. Sanki hiç o gün tanışmamışız gibiydik. Bazen saçma el şakaları yapıp, bazen de en karanlık sırlarımızı anlatıyorduk birbirmize. Metrodaki herkes bize bakıyordu sanki, kıza bak helal nasıl da güzel çocuk bulmuş der gibilerdi ve ben de çok gururluydum ellerini tutarken. Ben napıyorum allahım kafayı mı yedim ? Anası sabah kalkıp bu cocugu odasında bulamayınca ne yapacak ? Ben tutmuşum elinden, hiç bilmediği bir şehrin öteki ucuna götürüyorum. Hadi ben sana avrupalısın diye güvendim, böbreklerimi emanet ettim. Sen bana neden güvendin a be salak çocuk. Belki seni ışıde katmaya gidiyorum belki saçlarını kesip saç uçlarıma ombre yapacağım ?
Derken eve geldik, evin çok da harika olmayan ama istanbula ilk kez taşınmış bir insan için tablo etkisi yaratan bir manzarası vardı. Saat 3e kadar oturup manzaraya baktık, sohbet ettik. Ben hemen hasta olduğum yalanını sıktım. Kendimi uzaktan bakınca tanıyamıyordum, tinderdan hiç tanımadığım bir adamı evime almış sonra da kezbanlığıma yağ sürmemek için hastayım demiştim. Moris bunu hiç umursamadı zaten, sarıldı bana ve beraber uyuduk.
Sabah işe gitmek için uyandığımda çıkarmayı unuttuğum makyajım resmen yüzümde kalıp gibi duruyordu. Sanki suratıma cinler işemişti. Saçlarım leş gibi sigara kokuyordu. Sonra yanımdaki sanat eserine baktım. Bir insan bu kadar güzel uyuyabilir miydi ? Saçları gram bozulmamıştı. Ben bonzai krizinden yeni çıkmış bir semt çocuğu gibi yatakta hayatı sorgularken onun saçları ahenkle duruyordu durduğu yerde. Hemen kalkıp makyajımın akan yerlerini silip üstüden geçtim. Bir kutu kuru şampuanı kafama iyice boca ettikten sonra sinsice yanına gidip uykusunda fotograflarını cektim. Beni tinder illetine bulaştıran gay arkadaşıma yolladım. O sabah ofise girince verdiği tepkiyi tahmin edebilirsiniz. Hayal gücünüze bırakıyorum.
Neyse ki çocuk beni sapık gibi fotoğraflarını çekerken yakalamadan, cocuğu dürterek uyandırdım. Sanki yıllardır her sabah beraber uyanıyormuşcasına kalktı, kendine bir kahve yaptı. 12 saat önce tanışmamışız gibi havadan sudan konuşmaya başladık. Evden beraber çıktık ve metro istasyonuna doğru yürümeye başladık. Yılın ilk sıcak sabahıydı, resmen bahar geldi diye bağrıyordu. Bir güneş paneli gibi tüm ışınları sindirerek enerjiye donusturuyodum adeta benden mutlusu yoktu. İyice nasıl gitmesini tembihledim. Bu arada annesi avrupa annesi de olsa azcık telaşlanmış bu hiç gelmeyince. O yüzden kaybolmadan yolunu bulabilmesi en büyük temennimdi. Ben ise tüm gün hayal alemindeydim. İki düğünün hangi konseptlerde olacağını, sarışın mavi gözlü cocuklarımızın konuşacağı 5 farklı dili düşünüyordum.
O gün buluşamayacaktık çünkü tüm günleri planlanmıştı ancak cumartesi günü kesinlikle bir şeyler yapalım dedi. Cuma akşamı yazdığı mesajda sabah saat 8 de sirkecideki otellerinin önünde olmamı söylüyordu. Annesi ve kardeşi ile beraber biraz Beyoğlu'nu gezecektik. Bu saçma teklifi bugün bile hala neden kabul ettiğimi düşünürüm. Hiç işim yokmuş demek ki cumartesi günü sabahun 6sında kalkıp giyinip süslenip soluğu Sirkecide aldım. Ancak 40 dakika önce geldiğim için ne yapacağımı bilemedim ve Sultanahmet'e doğru yürümeye başladım. İlerde bir starbucks olduğuna emindim, hedefime doğru yöneldim. Bir cumartesi sabahı kazıkcı sultanahmet esnafı dükkanlarını yeni yeni açarken ve sabahın o köründe ne yaptığını bilmediğim japon turistler ayak altında dolanırken ben starbucksa ulaştım. Kendime buyuk boyundan bir americano aldım.
Ellerim yanarak, kahveyi döke saça taşıyararak otelin önüne geldim.Önce kapıdan annesi çıktı, tam hayallerimdeki anneydi. Topluca bir kadındı, bağrı açık siyah bir tshirt giymişti ve yüzü, boynu ve göğsü çilçildi. Kısacık simsiyah saçları, kocaman küpeleri ve kocaman yüzükleri vardı. Gözleri masmavi bana bakıyordu ne işin var burada dercesine. Kardeşi Marty ise evin afacan çocuğu belli, Moris den 3-4 yaş küçük onun kadar yakışıklı olmayan ama çok daha güzel espri anlayışına sahip tatlış bir çocuktu. Moris insanı dehşete düşüren yakışıklılığı ve senin canını yakarım ceketi ile en son beliren isim oldu. Ben ise kendimin çok cool olduğunu düşünüyordum. Yırtık kotum, kahverengi trechkotum ve elimde ruj lekesinden kapağı kıpkırmızı olmuş kenarları pis kahve lekeleri ile dolu kocaman bir americano tutuyordum. Moris bir anda kulağıma "anneme geleceğini 5 dk önce söyledim o yüzden biraz tepkili olabilir bugünü beraber geçirmek istiyordu"dedi. Ulan bunu bana neden söylemedin ? Sanırsın çocuğa "Allahın adını andım size İstanbul'u ben göstericem" dedim. Meğersem, kardeşi de bu da ayrı şehirlerde yaşıyormuş. Boşanmış bir çiftin cocukları ve cok da görüşmüyorlarmış. Anne bu tatile oğluşlarımla geçircem diye sevinirken elleri leş gibi kahve kokan esmer yağız bir kızla kendini bir takside sıkışırken buldu birden. Kendi aralarında dahi ingilizce konuşuyorlardı. Halbuki 2 adet daha baska dil konuşabilecekken bana ayıp olmasın diye ingilizceyi seçmişlerdi ama zaten onlar için zor bir seçim değildi bu, maşallah sular seller gibi konuşuyorlardı.
Taksim meydanında indik. Tam "ah ben bu analardan ne çektim ya Belçikalı da olsa sevilmiyorum, analar beni oğluşlarına yakıştırmıyorlar işte" diye düşünürken kadın birden yanıma sokuldu, "Burası gezi parkı değil mi ? o meşhur park ? " dedi. Bir anda 2013 haziran ayına gitmiş, ete kemiğe bürünmüş bir halk tv oldum. Nereden ortaya çıktığını, birliği beraberliği anlattım. En son gaza gelmiş bir şekilde youtubedan gezi videolarını gosteriyordum ki kadın ay ben h&m e giricem dedi. Yaşadığı şehirde yokmuş napsın kadıncağız.
Moris'le dışarıda bekliyorduk. Bir anda sarılıp annem sana 5 dakikada ısındı biliyordum çok yi anlaşcağınızı dedi. İstiklalin o bunaltıcı eski kalabalığına dalıp hayatı sorguladım. Allahım ben ne yapıyordum ? 48 saat bile olmamıştı bu adamla tanışalı ve yüzüne baktıkça eriyordum, annesi beni sevdi, iyi anlaştık diye mutluluktan havalara uçuyordum. Belçika'ya bir gurbetçi olarak gitmeye hazırdım. Sorgulamamdan bir sonuç alamayınca tekrardan Moris'in gül cemaline baktım ve her şey nedense mantıklı geldi. Hep beraber cihangire yürüdük. Dar sokaklara girip çıkarken, bazen ben ve kardeşi beraber bir muhabete dalıyor, bazen de annesiyle türk yemekleri uzerine konuşuyorduk. Bir sonraki rotamız ise Karaköy oldu. O zamanlar karaköy yeni yeni karaköy kimliğine bürünmeye başlamıştı ve hiç bir mekan bilmiyordum. 1 hafta sonra kapanacağı çok belli olan garip bir kafeye oturup kahvaltı yaptık. İnanımaz eğleniyorduk.
Ortaköy'de guzel havanın tadını cıkara cıkara bomontilerimizi yudumladık. Sonrasında bebek parkında biraz dinlendik. Annesi bana ne kadar zor bir çocukluk yaşadığını, ne kadar despot bir babası olduğunu anlattı. Dinlediğim hikaye sanki anadolunun bağrından kopmuştu. Belçika'da yaşayan bir türk müydü acaba lan kadının babası, ya bak şimdi aklıma geldi. Neyse laf lafı açtı ve saatlerce konuştuk. Moris'in küçükken yaptığı yaramazlıkları, nasıl müziğe başladığı, nasıl kendi işini kurduğu. Tomorrowland'de aldığı sahneyi ve müzikteki ilham kaynaklarını konusuyordu hep beraber.
Hadi rakı balık yapalım dedik. Öncesinde ise deli gibi kokteyl içtik. Sonra rakıya geçiş yaptık. Moris rakıya agzını sürmedi, çıldırmış gibi çay içiyordu. O kadar güzel tutuyordu ki ince belliyi sarhoşluğun da etkisiyle hemen telefonumu elime alıp resmini cektim ve instada paylaştım. . Annecim sağolsun tüm hesapları ödedi o gün, ne zaman yeltensem "Sen zamanından ayırıp tüm gün bize rehberlik ettin hayatta olmaz" dedi. Rakılar bitince kalktık, otele dogru yurumeye başladık. Birden bizim cocuk demez mi "hadi anne gorusuruz biz kactık". Dedim noldu nereye gidiyoruz taksime mi ? O da hayır senle kalıcam bugun annem de biliyor zaten hadi gidelim dedi. Kayınvalidesine ev oturmasına gitmiş yeni gelin gibi vedalaştım kadınla. "Yarın muhakkak gel dolmabahceye gidicez, bir oglen yemegi de yeriz" dedi kadın. Bu arada kadının adını hala daha bilmem. O an söylediğinde anlamadım ve bir daha da soramadım. O yüzden onun adı da Lisa olsun .
Uzun uzun yolları aşıp benim küçük şirin evime geldik. Aa benim hastalığım geçmiş dedim ve iki gun sonra göremeyceğimin kesin olduğu bu adamla beraber oldum. Tum gun hayranlıkla izlediğim biri oldugu icin daha farklı olur diye dusundum ama hic de bir özelliği yoktu. Zaten ne olduysa ondan sonra oldu neden oldugunu bilmediğim bir nedenden tartısmaya basladık, sonra ben ağlamaya başladım. Ben susunca bu sefer bu ağlamaya başladı. Resmen 12 yıllık ilişkiyi 2 günde hunharca tüketiyorduk. Sabaha kadar ağladık, güldük, o gidince ne yapacağmızı düşündük. Sabaha karşı bana dönüp bir ilişkiye başlamanın saçma olacağını ve bunu istemediğin söyledi ben de tamam dedim ama üzüldüm. Onun kararı mantıklı olandı, ona üzülmedim ama gidiyor oluşuna üzüldüm. O gün son günü olmasına üzüldüm. Metroda gurula elinden tutup, yerine akbil bastığım bu adamın sadece 3 gunluk bir heves olmasına üzüldüm
Lisa annem ve Marty kardeşimle otelde buluştuk. Güzel bir kahvaltı edip dolmabahceye gittik. Moris sürekli munzurluk peşindeydi, durup durup annesine evlenceğimizi söylüyordu. Kadın ilk başta gülerken, sonraları Moris sus çocuğum bakışları atmaya başladı. Daha sonra inanılmaz kazıklar yedikleri alışverşlerini tamamladılar. Derken Moris ile marmaraya dogru yurumeye basladık. Dısarısı suğumaya başlamıştı. Çok soguk burada vedalasmayalım dedik ve yine bastım bir akbil daha sarışınıma.. Marmarayı beklemeye koyulduk. Tam 5 tren kacırdım o gün, binemedim. Çünkü Moris sürekli ağlıyordu, onu öyle bırakamadım. Neden ağladığını da anlamadım ama çok da üzerime alınmadım. Eğer benim içindi ise hayatımda benim için göz yaşı döken ilk ve tek adam olarak da kayıtlara geçmesini isterim...
Sonrası facetimelar, whatsapp konusmaları ve kapanış.
Bir daha onu görmedim. Evlenmedik :)
the end
Yazı sonrası stalk: Kendisini facebookda buldum, zamanında silmişim. Grubu cok meshur olmus spotify da binlerce dinleyeni var. Şuan açtım şarkısını dinliyorum. Çok güzel söylemiş.
Yolu açık olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)